Kelimeler Sussun, Notalar Konuşsun!

Almanya 06.05.2023 - 20:25, Güncelleme: 06.05.2023 - 20:25 1289+ kez okundu.
 

Kelimeler Sussun, Notalar Konuşsun!

Müzik, kuvvetli duygusal tepkiler uyandırma özelliği sayesinde her asırda insanların hayatında göz ardı edilemeyecek nitelikte bir etki yaratmıştır. Tarihte de farklı dinlere mensup toplumlar kendi yöntemleriyle müziğin iyileştirici bir güç barındırdığı kanaatine varmıştır.

"Ahenkli bir düzen içerisinde, belirli bir şekil­de ayarlanmış olan sesler, insan ruhu üze­rinde çok derin tesirler yapar. Sesin etkisi insan sanatı ile zenginleştirilir.” (İbn-i Sina) Müzik; evrenin varoluşunda ve insan yaşamının her döneminde yer almış, insan ruhunu besleyen önemli bir kaynak olmuştur. Kısacası; bireye doğumdan ölüme kadar eşlik eden bu sanat dalı, ruhun gıdası olarak da adlandırılır. Her zaman fark etmesek de hayatımızın her alanında melodi ve ritimler kulak­larımızı doldurur ve içimizde farklı duygular uyan­dırır: Yokuş aşağı bisiklet sürerken kulaklarımızın etrafında uğuldayan rüzgâr, ağır botlarla yürürken tabanlarımızın altında ezilen kar, kalp atışımız ve hatta nefes alıp verişimiz… Ses her an varlığını ka­nıtlar, kulak verdiniz mi? Fakat müziğin gücü bizleri ne denli etkiler? Ses ve insan ruhu arasında nasıl bir bağ vardır? Müzik, kuvvetli duygusal tepkiler uyandırma özelliği sayesinde her asırda insanların hayatında göz ardı edilemeyecek nitelikte bir etki yaratmıştır. Tarihte de farklı dinlere mensup toplumlar kendi yöntemleriyle müziğin iyileştirici bir güç barındırdığı kanaatine varmıştır: Antik Yunan’da müziğin epilepsi, depres­yon veba ve kızamık gibi hastalıkların tedavilerinde kullanıldığına dair veriler vardır. Tıp alanında en önde gelen şahsiyetlerden biri olan Hipokrat da artık tıbbi tedavinin faydasının olamayacağını düşündüğü bazı hastalarını tapınaklarda müzik ile tedavi etmiş­tir. Öte yandan İslam medeniyetinin bir parçası olan Farabi ve İbn-i Sina gibi değerli isimler yaptıkları çalışmaların neticesinde müziğin insan ruhuna olan etkisini gözlemlemiş; sonraki çalışmalarında müzik tedavisini hastaları üzerinde uygulamışlardır. Aynı şekilde Selçuklu ve Osmanlı döneminde de bazı ruhsal ve fiziksel rahatsızlıkların tedavisi için müzik ve su sesiyle güven hissi veren alanlar tertip edilip hastalar için bir nevi rehabilitasyon merkezleri inşa edilmiştir. Müzik ve su sesinin kullanıldığı tedavi merkezlerinin en önemli örneklerinden birisi Sultan II. Beyazıd tarafından 1484’te Edirne’de yaptırılan külliyedeki darüşşifadır. Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesi’nde “Orada bir darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz.” ifadeleriyle görkemli şifa yurduna dair değerli bilgiler verir. Asırlar öncesinden Anadolu’nun bir köşesinde insan­lığa hizmet etmiş bu yapı, içinde günümüze kadar emsali görülmemiş bir şifa hazinesi barındırmıştır. Tarihte tıbbi ihtiyaçlar gözetilerek kurulmuş ilk şifa­hane olması dolayısıyla önemli bir yer tutar. Maale­sef hak ettiği değeri henüz görmemiştir, bir istiridye­nin içerisinde duran inci tanesi misali... Belki de hak ettiği muameleyi görmediğini düşündüğümden içim­deki bir his beni bu şifahane hakkında yazmaya yön­lendirdi. Zira yazmakla anlatılamasa da böyle zengin ve benzersiz bir mirasın kıymetinin daha fazla insan tarafından öğrenilmesi gerektiğini düşündüm. Ruh bedende, insan kâinatta, hasta darüşşifada misafirdir. Lakin özellikle insan, sağlığı yerinde ol­madığında huzursuzluğa meyillidir. Bundan dolayı bu zaman dilimi içerisinde daha fazla ilgi ve şefkat bekler. Darüşşifayı yakından tanıdıkça anladım ki, burada asıl amaç insanı yalnız hastalıktan kurtarmak değil daha ziyade insanı hem bedensel hem de ruhsal anlamda sağlığına eriştirebilmek. Böylelikle pek çok akıl hastası da burada başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. Her hastaya, hekimlerin tavsiyeleri üze­rine farklı şifalı aşların piştiği, ücretsiz tedavilerin yapıldığı, haftanın belirli günlerinde kentin yoksul­larına ücretsiz ilaçların dağıtıldığı samimi bir şifa yurdundan bahsediyorum. Belki de modern hastane­ler, varlıklarıyla insanın yüreğine merhametli bir elin sıcaklığı gibi dokunan böyle şifahanelerden ilham almalı. Günümüzde kişiye özgü tedavi gün geçtikçe yaygınlaşan metotlardan biri fakat atalarımız bundan asırlar önce Anadolu’nun bir köşesinde her hastaya özel, ona şifa olacak yemekler, ilaçlar ve tedaviler planlamış; o dönemin şartlarında emsali görülmemiş bir şifahane ortaya çıkarmışlar. Özellikle şifahanenin mimarisinde ince detaylar giz­lidir: Hasta odaları bir merkezin etrafında toplanır ve bu sayede az sayıda şifacı birçok hastaya göz kulak olabilirdi. Odalar ise iç avluya bakar ve avluya vuran gün ışığı ortamın ferahlamasını sağlardı. Diğer ta­raftan o dönemde şadırvanlardan fışkıran sular göğe doğru yükselir ve bu hareketten doğan su damlacık­larının berrak serpilişi etrafa huzur nağmeleri yayar­dı. Hastalar burada gezinirken doğal koku ve manza­rada istirahat edebilsinler diye avluya şifalı bitki ve ağaçlar dikilmişti. Baharla birlikte açan gül, yasemin ve karanfil gibi kokulu çiçekler de tedaviye yardımcı olurdu. İnsan burada âdeta doğanın canlılığı ile iç içe olmanın tadına varıyordu. Hoş kokuların yanında mermer taşla kaplı avlunun ortasında bulunan fıskiyeli havuzdan serpilen su, berrak tınlayışıyla duvarlardan yankılanıp kulaklara misafir olur ve gönüllere huzur verip akardı. Su ve müziğin uyumlu akışından şifalı nağmeler doğmuş ve çoğu akıl hastasının ruhuna da tohum halinde yerleşmiştir. Bunun yanında haftada belirli günler özellikle ruhsal hastalıkları olan insanlara musikiyle terapi yapılırdı. Keman, ney ve saz gibi enstrüman­lar eşliğinde eserler okunur hatta makamların hangi hastalıklara iyi geldiği tespit edilirdi. Rivayete göre; pek çok akıl hastası birkaç ay içerisinde bu şifahane­de sağlığına kavuşmuştur. Böylelikle insan ve müziğin buluştuğu, ruhun kendi­ni önce ritimlerin sonra melodilerin dalgaları arasın­da kaybettiği, ardından kendini tekrar keşfettiği bir yapı ortaya çıkmıştı. Ayrıca Kur’an tilaveti ve dualar ile hastaları ruhunun özüne götüren manevi bir terapi de uygulanmış, şifanın kendisi ilk olarak Allah’tan istenmiştir. Bu dönemlerde dahi hasta bir kişinin zihinsel ve ruh­sal iç uyumunun müzik yardımıyla sağlanabileceği biliniyordu. Müziğin sadece bir eğlence aracı olma­dığı, insanın düşünce dünyasını yansıtan, bu dünyayı etkileyen bir yönü olduğu görülmüştü. Yıllar sonra bu önemli miras, Trakya Üniversitesi tarafından restore edilerek Tıp Tarihi Müzesi haline getirilmiştir. Edirne’ye uğradığınızda mutlaka avlula­rında kaybolmanızı, su sesinin büyüleyici berraklığı­nı hissetmenizi tavsiye ederim. Günümüzde duygusal yükler ve artan beklentiler nedeniyle zihinsel yorgunluk yaşayan bireylerin sayısı maalesef artmaktadır. Reklamlardan yükselen şarkılar, otoyollarda sabırsızca başvurduğumuz araba kornaları âdeta kulaklarımızı patlatacak boyuta ulaş­tı. Bu karmaşa adım adım ruhumuzun derinliklerine sızmakta ve insan psikolojisini darmadağın etmekte­dir. İnsan ruhuna ve bedenine olumlu etkisiyle mü­zik; karmaşık iç dünyamızı tekrardan dengelemek ve huzura erişebilmek için insanlara sunulmuş kıymetli bir sanat dalıdır. Özellikle, 1960 yılından itibaren yüksekokullardaki müzik terapistlerinin sayısı çoğal­mış ve böylelikle bu alandaki çalışmalara daha fazla önem verilmiştir. Öte yandan sadece müzik dinlemek değil, aynı za­manda müzik üretmek de insana sükûnet verir ve insan sağlığını olumlu yönde etkiler. Yaylı bir çal­gının telinden yayılan yumuşak tonlar insan ruhuna işler, ferahlık ve huzur yayar. Bu sebeple günümüz terapistleri tedavilerde yalnız hastalarına farklı melodi ve ritimler dinleterek değil, kişileri kendi tedavilerinde aktifleştirerek onlara kendilerini müzikle ifade etme şansı verir. Çünkü insan içinde bastırdığı karmaşık his ve düşüncelerini dışa vurup onları biçimlendirirse, iç dünyasını daha iyi anlamaya başlar. Duygular ve düşünceler, sesler aracılığıyla daha net hale gelir, sesler kişinin iç dün­yasına şekil vermesine yardımcı olur. Müzik bir tür iletişim aracı olmasının yanında insanın öz farkında­lığını da arttırır. Diğer taraftan kelimelere ihtiyaç duyulmamasından dolayı terapist ve tedavi gören arasında sözsüz bir diyalog ortaya çıkar. İnsan sözcüklere sığdıramadı­ğı his ve düşünceleri bir nota ile karşısındakine ve hatta kendisine anlatır. Bu sayede özellikle demans hastaları, zihinsel engelli insanlar, çocuklar kendile­rini kolayca ifade edebilirler. Ayrıca önceden müzik bilgisine sahip olmak gerekmediğinden her insana uygulanabilir bir terapi metodudur. Kısaca; kelimeler susar, müzik konuşur, gönül dinler ve dinlenir. Görüldüğü üzere müzik terapisi bilim ve sanatı birleştirerek insanları hem zihinsel hem de fiziksel anlamda sağlığa kavuşturmada yardımcı olur. İnsan önce kaybeder kendini tonların sonsuz heybetinde, sonra tekrar keşfeder. Belki de huzuru farklı köşeler­de ararken kendi benliğinde bulur.
Müzik, kuvvetli duygusal tepkiler uyandırma özelliği sayesinde her asırda insanların hayatında göz ardı edilemeyecek nitelikte bir etki yaratmıştır. Tarihte de farklı dinlere mensup toplumlar kendi yöntemleriyle müziğin iyileştirici bir güç barındırdığı kanaatine varmıştır.

"Ahenkli bir düzen içerisinde, belirli bir şekil­de ayarlanmış olan sesler, insan ruhu üze­rinde çok derin tesirler yapar. Sesin etkisi insan sanatı ile zenginleştirilir.”

(İbn-i Sina)

Müzik; evrenin varoluşunda ve insan yaşamının her döneminde yer almış, insan ruhunu besleyen önemli bir kaynak olmuştur. Kısacası; bireye doğumdan ölüme kadar eşlik eden bu sanat dalı, ruhun gıdası olarak da adlandırılır. Her zaman fark etmesek de hayatımızın her alanında melodi ve ritimler kulak­larımızı doldurur ve içimizde farklı duygular uyan­dırır: Yokuş aşağı bisiklet sürerken kulaklarımızın etrafında uğuldayan rüzgâr, ağır botlarla yürürken tabanlarımızın altında ezilen kar, kalp atışımız ve hatta nefes alıp verişimiz… Ses her an varlığını ka­nıtlar, kulak verdiniz mi? Fakat müziğin gücü bizleri ne denli etkiler? Ses ve insan ruhu arasında nasıl bir bağ vardır?

Müzik, kuvvetli duygusal tepkiler uyandırma özelliği sayesinde her asırda insanların hayatında göz ardı edilemeyecek nitelikte bir etki yaratmıştır. Tarihte de farklı dinlere mensup toplumlar kendi yöntemleriyle müziğin iyileştirici bir güç barındırdığı kanaatine varmıştır: Antik Yunan’da müziğin epilepsi, depres­yon veba ve kızamık gibi hastalıkların tedavilerinde kullanıldığına dair veriler vardır. Tıp alanında en önde gelen şahsiyetlerden biri olan Hipokrat da artık tıbbi tedavinin faydasının olamayacağını düşündüğü bazı hastalarını tapınaklarda müzik ile tedavi etmiş­tir.

Öte yandan İslam medeniyetinin bir parçası olan Farabi ve İbn-i Sina gibi değerli isimler yaptıkları çalışmaların neticesinde müziğin insan ruhuna olan etkisini gözlemlemiş; sonraki çalışmalarında müzik tedavisini hastaları üzerinde uygulamışlardır. Aynı şekilde Selçuklu ve Osmanlı döneminde de bazı ruhsal ve fiziksel rahatsızlıkların tedavisi için müzik ve su sesiyle güven hissi veren alanlar tertip edilip hastalar için bir nevi rehabilitasyon merkezleri inşa edilmiştir.

Müzik ve su sesinin kullanıldığı tedavi merkezlerinin en önemli örneklerinden birisi Sultan II. Beyazıd tarafından 1484’te Edirne’de yaptırılan külliyedeki darüşşifadır. Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesi’nde “Orada bir darüşşifa vardır ki dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz.” ifadeleriyle görkemli şifa yurduna dair değerli bilgiler verir.

Asırlar öncesinden Anadolu’nun bir köşesinde insan­lığa hizmet etmiş bu yapı, içinde günümüze kadar emsali görülmemiş bir şifa hazinesi barındırmıştır. Tarihte tıbbi ihtiyaçlar gözetilerek kurulmuş ilk şifa­hane olması dolayısıyla önemli bir yer tutar. Maale­sef hak ettiği değeri henüz görmemiştir, bir istiridye­nin içerisinde duran inci tanesi misali... Belki de hak ettiği muameleyi görmediğini düşündüğümden içim­deki bir his beni bu şifahane hakkında yazmaya yön­lendirdi. Zira yazmakla anlatılamasa da böyle zengin ve benzersiz bir mirasın kıymetinin daha fazla insan tarafından öğrenilmesi gerektiğini düşündüm.

Ruh bedende, insan kâinatta, hasta darüşşifada misafirdir. Lakin özellikle insan, sağlığı yerinde ol­madığında huzursuzluğa meyillidir. Bundan dolayı bu zaman dilimi içerisinde daha fazla ilgi ve şefkat bekler. Darüşşifayı yakından tanıdıkça anladım ki, burada asıl amaç insanı yalnız hastalıktan kurtarmak değil daha ziyade insanı hem bedensel hem de ruhsal anlamda sağlığına eriştirebilmek. Böylelikle pek çok akıl hastası da burada başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. Her hastaya, hekimlerin tavsiyeleri üze­rine farklı şifalı aşların piştiği, ücretsiz tedavilerin yapıldığı, haftanın belirli günlerinde kentin yoksul­larına ücretsiz ilaçların dağıtıldığı samimi bir şifa yurdundan bahsediyorum. Belki de modern hastane­ler, varlıklarıyla insanın yüreğine merhametli bir elin sıcaklığı gibi dokunan böyle şifahanelerden ilham almalı. Günümüzde kişiye özgü tedavi gün geçtikçe yaygınlaşan metotlardan biri fakat atalarımız bundan asırlar önce Anadolu’nun bir köşesinde her hastaya özel, ona şifa olacak yemekler, ilaçlar ve tedaviler planlamış; o dönemin şartlarında emsali görülmemiş bir şifahane ortaya çıkarmışlar.

Özellikle şifahanenin mimarisinde ince detaylar giz­lidir: Hasta odaları bir merkezin etrafında toplanır ve bu sayede az sayıda şifacı birçok hastaya göz kulak olabilirdi. Odalar ise iç avluya bakar ve avluya vuran gün ışığı ortamın ferahlamasını sağlardı. Diğer ta­raftan o dönemde şadırvanlardan fışkıran sular göğe doğru yükselir ve bu hareketten doğan su damlacık­larının berrak serpilişi etrafa huzur nağmeleri yayar­dı. Hastalar burada gezinirken doğal koku ve manza­rada istirahat edebilsinler diye avluya şifalı bitki ve ağaçlar dikilmişti. Baharla birlikte açan gül, yasemin ve karanfil gibi kokulu çiçekler de tedaviye yardımcı olurdu. İnsan burada âdeta doğanın canlılığı ile iç içe olmanın tadına varıyordu.

Hoş kokuların yanında mermer taşla kaplı avlunun ortasında bulunan fıskiyeli havuzdan serpilen su, berrak tınlayışıyla duvarlardan yankılanıp kulaklara misafir olur ve gönüllere huzur verip akardı. Su ve müziğin uyumlu akışından şifalı nağmeler doğmuş ve çoğu akıl hastasının ruhuna da tohum halinde yerleşmiştir. Bunun yanında haftada belirli günler özellikle ruhsal hastalıkları olan insanlara musikiyle terapi yapılırdı. Keman, ney ve saz gibi enstrüman­lar eşliğinde eserler okunur hatta makamların hangi hastalıklara iyi geldiği tespit edilirdi. Rivayete göre; pek çok akıl hastası birkaç ay içerisinde bu şifahane­de sağlığına kavuşmuştur.

Böylelikle insan ve müziğin buluştuğu, ruhun kendi­ni önce ritimlerin sonra melodilerin dalgaları arasın­da kaybettiği, ardından kendini tekrar keşfettiği bir yapı ortaya çıkmıştı. Ayrıca Kur’an tilaveti ve dualar ile hastaları ruhunun özüne götüren manevi bir terapi de uygulanmış, şifanın kendisi ilk olarak Allah’tan istenmiştir.

Bu dönemlerde dahi hasta bir kişinin zihinsel ve ruh­sal iç uyumunun müzik yardımıyla sağlanabileceği biliniyordu. Müziğin sadece bir eğlence aracı olma­dığı, insanın düşünce dünyasını yansıtan, bu dünyayı etkileyen bir yönü olduğu görülmüştü.

Yıllar sonra bu önemli miras, Trakya Üniversitesi tarafından restore edilerek Tıp Tarihi Müzesi haline getirilmiştir. Edirne’ye uğradığınızda mutlaka avlula­rında kaybolmanızı, su sesinin büyüleyici berraklığı­nı hissetmenizi tavsiye ederim.

Günümüzde duygusal yükler ve artan beklentiler nedeniyle zihinsel yorgunluk yaşayan bireylerin sayısı maalesef artmaktadır. Reklamlardan yükselen şarkılar, otoyollarda sabırsızca başvurduğumuz araba kornaları âdeta kulaklarımızı patlatacak boyuta ulaş­tı. Bu karmaşa adım adım ruhumuzun derinliklerine sızmakta ve insan psikolojisini darmadağın etmekte­dir. İnsan ruhuna ve bedenine olumlu etkisiyle mü­zik; karmaşık iç dünyamızı tekrardan dengelemek ve huzura erişebilmek için insanlara sunulmuş kıymetli bir sanat dalıdır. Özellikle, 1960 yılından itibaren yüksekokullardaki müzik terapistlerinin sayısı çoğal­mış ve böylelikle bu alandaki çalışmalara daha fazla önem verilmiştir.

Öte yandan sadece müzik dinlemek değil, aynı za­manda müzik üretmek de insana sükûnet verir ve insan sağlığını olumlu yönde etkiler. Yaylı bir çal­gının telinden yayılan yumuşak tonlar insan ruhuna işler, ferahlık ve huzur yayar.

Bu sebeple günümüz terapistleri tedavilerde yalnız hastalarına farklı melodi ve ritimler dinleterek değil, kişileri kendi tedavilerinde aktifleştirerek onlara kendilerini müzikle ifade etme şansı verir. Çünkü insan içinde bastırdığı karmaşık his ve düşüncelerini dışa vurup onları biçimlendirirse, iç dünyasını daha iyi anlamaya başlar. Duygular ve düşünceler, sesler aracılığıyla daha net hale gelir, sesler kişinin iç dün­yasına şekil vermesine yardımcı olur. Müzik bir tür iletişim aracı olmasının yanında insanın öz farkında­lığını da arttırır.

Diğer taraftan kelimelere ihtiyaç duyulmamasından dolayı terapist ve tedavi gören arasında sözsüz bir diyalog ortaya çıkar. İnsan sözcüklere sığdıramadı­ğı his ve düşünceleri bir nota ile karşısındakine ve hatta kendisine anlatır. Bu sayede özellikle demans hastaları, zihinsel engelli insanlar, çocuklar kendile­rini kolayca ifade edebilirler. Ayrıca önceden müzik bilgisine sahip olmak gerekmediğinden her insana uygulanabilir bir terapi metodudur. Kısaca; kelimeler susar, müzik konuşur, gönül dinler ve dinlenir.

Görüldüğü üzere müzik terapisi bilim ve sanatı birleştirerek insanları hem zihinsel hem de fiziksel anlamda sağlığa kavuşturmada yardımcı olur. İnsan önce kaybeder kendini tonların sonsuz heybetinde, sonra tekrar keşfeder. Belki de huzuru farklı köşeler­de ararken kendi benliğinde bulur.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve lokalbakis.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.